İlahî vahiy bizatihi inananlarını ahlaklı yapmaz, ahlaklı olmanın yolunu ve yöntemini gösterir. Vahyin gösterdiği yolda (sırat-ı müstakim’de) yürümeye “hidâyet” denir. Hidayet yola koyulan kimsenin tatlılıkla elinden tutma, nasıl ve nerede yürüneceğine kılavuzluk yapmadır. Yoksa baskı ve dayatma değildir.
Çöldeki yolları iyi bilen ve insanlara yol gösteren, insanları varacakları yerlere selametle götüren kimseye “hâdi” denir. Arabistan çölü, son derece tehlikeli bir yerdir. Bundan dolayı en tecrübeli kılavuzlar bile çölde yürürken bir noktada şaşırıp sapabilir. Şaşırmadan kılavuzluk görevini yapmak, kılavuz için gurur ve övünç vesilesi idi.
Kur’an kavramları içinde hâdi kavramı son derece önemlidir: Kur’ân’dahâdi ise bizzat Allah’tır: (Bakara, 2/120) Öyle bir kılavuz ki asla sapmaz, yolu kaybet(tir)mez. Bundan dolayı da o, tam güvenilir “el-emîn” hâdi/kılavuzdur. Yolu yürüyene de “mü’min” denir.
“Bir toplum kendinde olan durumu değiştirmedikçe, hiç şüphe yok ki, Allah da o toplumda olan hali değiştirmez...” (Ra’d, 13/11) ilahî beyanda fertlerin değişiminin yine fertlerin özgür iradesine bırakıldığı ifade edilmektedir.
Vahiy müntesiplerinin başarısızlığının arka planında şu vardır; Vahyin inananlarından yürümesini istediği yolu yürümeyip gizli bir “kurtarıcı el” yardımı ile yürütülmeyi beklemeleridir. Kur’ân“...Rabbinin lütfu ve ihsanı kimsenin ipoteğinde değildir...” (İsra, 17/20) âyetinde de işaret edildiği gibi yol; ırkı, dili, dini, cinsiyeti, inancı, ne olursa olsun yürüyenindir. Yeter ki içtenlikle/ihlasla yürünsün.